Giriş
Şimdiye kadar ulusal günlerimiz için kahramanlık ve fedakarlıkları dile getiren bazı alıntılarla ve otantik notlarla süslü yazılar yazdım. 3 Ekim 2005 tarihi, millet hayatımızda bir dönüm noktası oldu. Bu tarih sebebiyle, insanlarımızda var olan anlaşmacı ve affedici, yani insani ve uygar yanları ortaya çıkarmak ulusal bir görev oldu. Hele bir ödül uğruna hayali suçlamalar yapanlar ortada gezerken…
Kurtuluş Savaşımızda, Batı Cephesinde görevler alan ünlü yazar Halide Edip Adıvar, tarihi Sultanahmet Mitinginde çok önemli bir söz söylemişti:
“Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır !” Gerçekten dün birbirinin boğazına sarılan milletler, Türk-Yunan, Japon-Amerikan, Alman-İngiliz, Fransız-Rus, İran-Irak gibi ülke halkları, bu gün iyi ve anlaşma dolu ilişkiler içindedirler, yani birbirlerine dostturlar. Bu ülkeler daha 50-100 yıl önce kanlı savaşlar yaparken bu gün bu yaraları sarmışlar ve birbirlerine inançla ve güvenle yaklaşmaktadırlar.
Halen az sayıda bölgesel savaş ve anlaşmazlık vardır. Artık herkes bir Dünya Savaşından kaçmayı öğrenmiştir. İkazlara ve uyarılara uyulsaydı, bölgesel savaşların da pek çoğu olmayacak ve anlaşma yoluna gidilecekti. Bazı komşularımızın da bunu anlamaları ve uygun davranmaları dileğimizdir.
Saldırıldığı veya tehdit edildiği zaman şahlanmayı, direnmeyi ve kendini korumayı iyi bilen milletimiz, aslında acımayı ve barışçılığı da iyi bilmektedir.
Giderek şiddetlenen bir anlaşmama, kadın düşmanlığı, eziyet etmeye varan acımasızlık toplumumuzu sarmıştır.
Atalarımız başka ırkların etkisinde kalıp onların adet ve özelliklerini alana kadar, bu saydıklarımın hiç biri yoktu. Evet yaşam biçimi dolayısıyla serttik ama vahşi ve acımasız hiç değildik. Kadın toplumda saygı görür ve en az erkek kadar işlerin içine girerdi. Hakan yanında Hatun tahtta oturur ve yönetime resmi olarak karışırdı, gereğinde bir kadın toplumu yönetirdi. Anlaşmak geleneği sayesinde büyük oluşumlar gerçekleştirebiliyorduk. Can düşmanları bile anlaşabiliyordu.
Bunlara en iyi örnekleri, bizim değil, tarihteki hasımlarımızdan biri olan Çin’liler yaptıkları belgesel “Cengiz Han” ile çok iyi anlatıyorlar. Atamız, akrabamız Timuçin (Cengiz ismini almadan önceki ismi) çocukluğunu annesinin yönetiminde geçirmişti. Annesi veya diğer hasımlardan bazılarının en büyük kadınları, “Kadın Efendi” adı altında toplumlarını yönetiyor veya yönlendiriyorlardı.
Ekim 2005 ten beri TRT ekranlarında haftalık (normal olarak Çarşambaları TRT1 de saat 21:10 veya 21:20 de) yayınlanan bu dizi, atalarımızın sert ama insanca yanları çok olan hayatlarını veriyor. Timuçin çok sert olmakla beraber, bastığı bir düşman kabilenin çadır köyünde terk edilmiş bir çocukla karşılaşınca şakalaşıp onu kendi annesine emanet edip, kendi oğluyla beraber büyüttürecek kadar uygar !
En eski atalarımızdan gelen bu olumlu özellikleri Ahi’ler ve Bektaşi’ler Anadolu’ya getirmiş ve Osmanlı Devletinin uygarlık harcı olmuşlardır.
Bu insancıl yaklaşım, zirvesine Yunus Emre veya Mevlana Celalettin Rumi gibi dünyaca bilinen hümanist şairlerle çıkmıştır.
İnsanlarımız ve yöneticilerimizin bu yaklaşımları, yardım isteyen Fransa veya Almanya kral ve imparatorlarını, tarihin çeşitli dönemlerinde ve en son Nazi Almanya’sı döneminde Musevileri, Polonyalıları kapsamıştır. Çağımızdaki, yardımlar dışındaki son uygulama, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın önerisi ile THY’nın fedakar bir ekibi tarafından yapılmış ve birkaç yüz Japon vatandaşı, Tahran havaalanı kapanıp tehlikeye girmeden önceki dakikalarda kurtarılmıştır. Yaklaşık yüz yıl önce, Ertuğrul Gemisi kazaya uğrayınca sağ kalanlara destek olan ve sonradan yaptıkları anıtla bu şehitleri sürekli anan Japon milletine bir borcu ödeyebildik ve kilometrelerce uzakta dostlarımız var…
İnsanca yaklaşımlarımıza bazı örnekler ve iki kitaptan örnek olması gereken metinler :
1. Çanakkale Savaşları: Bu savaşları organize eden ve politikalarını silahla devam ettirmek isteyen İngiltere, kendi güçlerine ve yandaşlarının güçlerine ilave olarak dünyanın karşı ucunda yer alan Avustralya ve Yeni Zelanda güçlerini de seferber etmişti. Esas amaç Boğazları dolayısıyla Payitaht İstanbul’u ele geçirmek, Osmanlı Devletini çökertmek, müttefikimiz Alman’ları zayıf düşürmek, karışık durumdaki Rusya’ya ulaşmak ve Doğu yolunu emniyete almaktı.
Bunun için Çanakkale’yi denizden geçmeye çalıştılar, olmayınca çıkartma yapıp ele geçirmeye çalıştılar. Direnişi ve savaşları biliyorsunuz.
Burada sözü bir gazetecinin kaleminden çağımızdaki torunlara ve yetkililere bırakalım:
Reha ERUS / ANZAK KOYU Burada ne işimiz vardı - 26.04.2005
Avustralya Başbakanı Howard, Prens Charles’ın (Veliaht ve İngiliz kraliyet ailesi temsilcisi) bulunduğu ortamda, ‘Kötü bir ittifak örneğiydi, en azından İngiltere cephesinde durum böyleydi’ diyerek İngiltere’yi eleştirdi.
Avustralya ve Yeni Zelanda başbakanları, kendilerini Çanakkale’de ölüme sürükleyen İngiltere’ye 90 yıl sonra savaşın geçtiği topraklarda sitem etti. Başbakanlar, Prens Charles’in da katıldığı Şafak Ayini’nde yaptıkları konuşmalarda, ittifaklarını ‘kötü ve istilacı’ olarak niteledi.
Anzak çıkarmasının 90. yıldönümü nedeniyle Anzak Koyu’nda düzenlenen Şafak Ayini’nde konuşan Avustralya Başbakanı John Howard ile Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark, törene katılan İngiliz Kraliyet Ailesi’nin temsilcisi Galler Prensi Charles’a adeta ‘Biz 90 yıl önce neden buradaydık?’ sorusunu ima eden kelimeleri diplomatik bir dille yansıttılar.
KÖTÜ İTTİFAK
İki başbakanın konuşmaları, gerek Avustralya ve gerekse Yeni Zelanda medyası tarafından İngiltere’ye Prens Charles aracılığı ile bir gönderme olarak kabul edildi. Avustralya Başbakanı Howard, Prens Charles’ın bulunduğu ortamda, ‘Kötü bir ittifak örneğiydi, en azından İngiltere cephesinde durum böyleydi’ diyerek İngiltere’yi eleştirdi.
ŞOKE EDİYOR
Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark ise aradan 90 yıl geçmiş olmasına rağmen burada yaşananların halen herkesi şoke etmeye devam ettiğine işaret ederek, savaşlarda (İtilaf devletleri olarak) 130 binden fazla hayat kaybedildiğini ve yüz binlerce insanın da yaralandığını hatırlattı. Clark, ‘mağlup edilenler istilaya gelmişti’ hatırlatmasında bulundu.
ANZAK SİTEMİ
Törene katılan Anzaklar da birkaç yıldır Avustralya ve Yeni Zelanda’da, Gelibolu seferinin tartışmaya açıldığını, sömürge unvanıyla çok uzaklardan getirilip, Türkleri de hafife alan bir tavırla düşman önüne plansızca atılıp kaderlerine terk edildiklerini, üstelik ortaya koydukları özverinin de küçümsendiğini söylediler.
ATA’YA ÖVGÜ
Her iki başbakan da, savaştaki düşmanları Türklere ve Komutanları Mustafa Kemal Atatürk’e övgüler yağdırdı. Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark, Şafak Ayini’ne üçüncü kez katıldığını belirterek, her defasında Atatürk’e olan hayranlığının arttığını söyledi.
DİĞER TÖRENLER
Şafak Ayini’nin ardından Avustralyalılar’ın Lone Pine Anıtı’nda, 57’nci Alay Şehitliği ve Conkbayırı’ndaki Yeni Zelanda Anıtı’nda 3 ayrı tören daha yapıldı.
Marşımızı söylediler
ANZAK Koyu’ndaki Şafak Ayini öncesinde Avustralyalı askeri koro, marşlar çaldı. Avustralyalı kadın asker de solo şarkılar söyledi. 4 kişilik keman grubu, Aborijinler’in yaban hayvanlarını uzaklaştırmak için kullandığı müzik aleti ‘Didgeridoo’ eşliğinde ‘Çanakkale Türküsü’nü ve ‘Üsküdar’a Giderken’ şarkısını seslendirdi. Avustralyalı askerlerin korosu İstiklál Marşı’nı çalarken, sivil orkestra şefi de İstiklál Marşı’nı söyledi.
GALLER Prensi Charles, Şafak Ayini’nden sonra 57. Alay Şehitliği’nde düzenlenen törene katılarak Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark, Avustralya Başbakanı John Howard ile birlikte anıta çelenk koydu. Gelibolu’daki İngiliz Şehitliği’ni de ziyaret eden Charles, daha sonra Kraliyet Ailesi’ne ait helikopterle İstanbul’a gitti.
Bir başka yazıda ise Türk Başbakanı’nın seslenişi var:
Son şövalyelerdi
Başbakan Tayyip Erdoğan, anıt ile şeref holünü bütünleştiren ve Çanakkale Savaşları’ndaki cepheleri aktaran rölyeflerin önünden, sağında Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark, solunda Avustralya Gaziler Bakanı Anne Kelly ile yürüdü.
Erdoğan törende yaptığı konuşmada, Çanakkale Savaşı’nı ‘Şövalyelerin savaşı’ diye niteledi ve şöyle dedi: ‘Tarihin kaydettiği son şövalye ruhlu savaşlardan olan bu mücadelede Mehmetçik, karşısındakini düşman bir devletin mekanik yansıması olarak değil, kendisi gibi ümitleri, sevdaları ve hayalleri olan birer insan olarak görmüştür. Bugün burada onların siperleri ve mezarları yanı başına, dostluk için birleşen ellerimizi bir kez daha sıkıca kenetliyoruz. Atatürk’ün çizdiği yolda, bu ilke ve hedefler doğrultusunda ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti bugün Anzaklar’ın torunlarını yanında görmekten memnuniyet duymaktadır.’
Başbakan Erdoğan, Mehmetçik Abidesi Özel Defteri’ne ise şunları yazdı: İnsanlığın şahit olduğu en büyük savaşın hatırası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en büyük mihengidir. Bu topraklarda vatanını korumak için yatan büyük kahramanların ve onlarla beraber aynı toprağı paylaşan dünün düşmanı bugünün dost uluslarının evlatlarını saygı ile anıyorum.’
Cumhuriyet - 25.04.2005
Gerçekten o okuması kıt, görüşleri kısıtlı Mehmetçik, kahramanlığı yanı sıra asalet ve insancıllığını da sergilemişti.
Kendisi de denizci bir aileden gelen ve atalarında subaylar bulunan Hadi Uluengin, bu sözlere karşı çıkanlara şunları yazıyordu :
Gelibolu asaleti
Hadi ULUENGİN – Hürriyet - 26.04.2005
RECEP Tayyip Erdoğan mükemmel bir metafora başvurarak, 1915 Çanakkale savunmamızı 'tarihin kaydettiği şövalye ruhlu en son savaş' diye tanımlamış.
Başbakan yerden göğe kadar haklıdır. Daha doğru bir saptama yapılamaz.
Buna belki belki, 'mertler muharebesi' şeklindeki Frenk deyimini de ekleyebiliriz.
Her halükárda, Çanakkale bizler ve hasımlarımız için bir 'insani asalet' abidesidir.
* * *
OYSA, bazıları, Tolga Örnek'in yönettiği 'Gelibolu' filmine karşı melanet kampanyası yürütüyor.
Neymiş, 1915 ekrana insani açıdan yansıtılıyor ve 'savaşın kötülüğü' işleniyormuş.
Böyle bir şey ise ulusumuzun kahramanlık destanımızı 'hor görmek' (!), dolayısıyla da 'kahrolası emperyalizme hizmet etmek' (!) anlamına geliyormuş.
Zihni sefillikte ve akli zırtapozlukta bu seviyeye düşmüş 'ulusalcı'lara ne denilir ki?
* * *
ÖNCE şunu diyeceğim:
'Bre tuzu kuru 'ulusalcılar' (!), savaş tabii ki sizlerin kaymak kağıt varakpare sayfalarında kuru sıkı ahkam kesmesine benzemez. Savaş kötü, sonsuz kötü bir şeydir!
Bari kelleyi çalıştırın da, 'Çanakkale'den çıktım yan basa basa / Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa / Of, gençliğim eyvah' acısını haykıran seferberlik türküsünü kavrayın'.
Sonra da, 'cehaletinizden bıktık, bir nebzecik tarih öğrenin' diye ekleyeceğim.
* * *
ZİRA, evet Gelibolu iki tarafın da 'şövalye ruhu'nu yansıtır ve bundan şeref duyarız
Bre 'ulusalcı' (!) şaklabanlar, biliyor musunuz ki Fransa, İtalya ve Rusya'daki 'gayr-ı insani' cephelerin tam aksine, boğazlaşmadaki kana rağmen, güney yarımadamıza çıkan 'ANZAC' birlikleriyle Osmanlı askerleri arasında gerçek bir 'mertlik savaşı' yaşanmıştır.
İşittiniz mi ki, 18 Mayıs taarruzumuza Okyanusya'dan gelirken uğradıkları Mısır'da öğrendikleri 'emşi yallah' şiarıyla göğüs geren aynı 'ANZAC'larla ordumuz arasında öğlen vakti centilmenlik mütarekesi yapılmıştır. Bu sayede sıhhiyeler yaralıları toplamıştır.
Zabitler Fransızca sohbet etmiştir ve böylesine bir dostluk başka yerde yaşanmamıştır.
Duydunuz mu ki, o günden sonra namaz ve tayın saatlerinde bırakışma tekrarlanmış ve siperlerimizden karşı tarafa cigara ve incir; oradan da bize konserve et ve süt atılagelmiştir.
'Ulusalcı' (!) cahiller haberiniz var mı ki, 'bahadır Türkler belden aşağı vurmaz' diyen 'ANZAC' neferleri, subaylarının dağıttığı gaz maskelerini takmayı da reddetmiştir.
Ve şimdi güler misin ağlar mısın, işte özünde yukarıdaki 'insani gerçeği' yansıttığı için Örnek'in 'Gelibolu' filmi 'emperyalizme hizmet ediyor' oluyormuş ki, elinin körü!
* * *
SONRA, bre 'ulusalcı' (!) madrabazlar, 1. Harb'in vahşetini ve anlamsızlığını kendi ülkeleri açısından eleştiren ve başyapıt sayılan filmleri de mi sansürlemeye yelteneceksiniz?
Ne hacet, bari Erich Maria Remarque'nin Flamanya siperlerini hikaye ettiği 'Garp Cephesinde Yeni Bir şey Yok'undan, Ernest Hemingway'in İtalyan Caparetto hezimetini anlattığı 'Silahlara Veda'ya dek, 'vatan, millet Sakarya' edebiyatını değil savaşın sonsuz derin o 'insani boyutu'nu işleyen sayısız eserden sinemaya uyarlananları da yasaklayın!
Eh, örneğin Çizme Yarımadası'nda kimse 'tabanları yağlamamızı gösteren film bizi aşağılıyor' diye yaygara kopartmadığı için, İtalyanları da 'vatan haini' (!) ilan edersiniz.
Hey 'ulusalcı' (!) provokatörler, sizin hamaset ve şarlatanlık filmi çoktaan koptu.
Şimdi 'Gelibolu' ekranına, tabii ki kendi ulusumuz ve de mert hasmımız adına büyük ve ortak onur duyduğumuz 1915'in 'insani asalet'i yansıyor.
Yukarıda sayılan asalet timsali davranışlar Kurtuluş Savaşımızda da sürdü. Ama yine zirveyi eşsiz deha yarattı :
Kurban kesilirken bakamayan, kan görmek istemeyen, ama savaşta askere ölmeyi emredebilen bu büyük adam, elbette bir 57. Alayı (tüm efradı şehit olmuştu) unutmamış ama kalbinin derinliklerine gömmüştür. Bu Alayın o şeref timsali sancağı bu gün yine şeref destanları yazan eski düşmanlarımızdadır.

57. Piyade Alay Sancağı
En son erine kadar şehit düşen bir alayın sancağı
Mal hırsından kuduranlar ile yaşadığı toprağı savunanların savaşı
Bu sancak Avustralya'da Melburn Müzesinde sergilenmektedir.
Altındaki plakette şunlar yazılıdır
" BU ALAY SANCAĞI GELİBOLU SAVAŞ ALANINDAN GETİRİLMİŞ,
AMA ESİR EDİLMEMİŞTİR.
ÇÜNKÜ, TÜRK ORDUSUNUN MİLLİ GELENEKLERİNE GÖRE BİR ALAYIN SANCAĞI, ALAYIN SON ERİ ÖLMEDEN TESLİM EDİLEMEZ.
BU SANCAK, SONUNCU MUHAFIZIN DA ALTINDA ÖLÜ OLARAK YATTIĞI BİR AĞACIN DALINA ASILI OLARAK BULUNMUŞTUR.
KAHRAMANLIK TİMSALİ OLARAK KARŞINIZDA DURAN BU TÜRK ALAYI SANCAĞINI SELAMLAMADAN GEÇMEYİN "
Çanakkale Savaşlarının çıkartma bölümünde öngörüsü ve dehası ile mucizeler yaratan genç kumandan daha sonra dünya tarihine eklediklerini görelim:
‘Gallipoli’ efsanesi
Tufan TÜRENÇ, Hürriyet, 27.04.2005
1934 yılı mart başında Gazi Mustafa Kemal, Çankaya’daki görevlilere 18 Mart Çanakkale Savaşları’nın yıldönümü için bir konuşma hazırlamaları emrini verir.
Birkaç gün sonra konuşma metni hazırlanır ve Gazi’ye sunulur.
Mustafa Kemal konuşmayı baştan sona dikkatle okur ve heyecanla bekleyen görevlilere, ‘Bu eksik olmuş. Buna ilaveler yapmak lazım’ der.
Sonra konuşmanın bir yerine bir çıkma yapar ve el yazısıyla şunları yazar:
‘Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.’
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözleri hem Türkiye’de, hem de Avustralya ve Yeni Zelanda’da milyonlarca insanın yüreğine işlemiştir.
Böylesine insancıl bir yaklaşım, Atatürk’ü ölümsüz yapan niteliklerden sadece biridir.
* * *
Yıllar önceydi...
Oktay Ekşi, Altan Öymen ve ben, Büyükada’da Süleyman Demirel ile yemekte bir araya gelmiş, uzun uzun sohbet etme olanağı bulmuştuk.
Konu döndü dolaştı Çanakkale Savaşları’na geldi.
Hiç unutmam, Oktay Ekşi, Demirel’e şöyle bir soru sordu:
‘Efendim siz Mustafa Kemal’in Çanakkale’de ölen Anzak askerleri için söylediklerini okudunuz mu? Muhteşem bir söylevdir o.’
Demirel, ‘Evet, gerçekten muhteşem sözlerdir onlar. O sözleri de Atatürk’ten başka bir liderin söyleyebileceğini sanmıyorum’ demişti.
O konuşma kafama takılmış ve epeyce uğraştıktan sonra yukarıda anlattığım olayın belgesini Çankaya’daki arşivlerden buldurmuş, Atatürk’ün bu sözleri, hazırlanan konuşmaya kendisinin eklediğini öğrenmiştim.
Sonraki yıllarda bu çarpıcı sözler hem içeride, hem dışarıda sık sık kullanılır oldu.
* * *
Bu yılki kara savaşları anma törenlerinde Gazi’nin bu sözlerini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da aynen okudu.
Ama bence ondan çok daha önemlisi, Avustralya Gaziler Bakanı Anne Kelly’nin söyledikleriydi:
‘Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Evlatlarınız, bizim evlatlarımız olmuştur’ sözleri tüm Avustralyalıların kalbine ve ruhuna ulaşmıştır.’
Ayrıca hem Avustralya Başbakanı John Howard’ın, hem de Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark’ın, Mustafa Kemal’e duydukları hayranlığın her geçen gün arttığını söylemeleri çok anlamlıydı.
Avustralyalı ve Yeni Zelandalı binlerce insanın atalarını anmak için çok uzaklardan gelip bu topraklarda yaptıkları ‘Şafak Ayini’, Türkiye’yi bütün dünyaya tanıtıyor.
Türkiye, imajını güzelleştirecek bu tanıtımdan yararlanarak dünyanın en büyük açık hava savaş müzesini çok daha iyi pazarlayıp bütün yıla yayılan büyük bir turistik potansiyele dönüştürebiliriz.
Unutmayalım, ölümle sevginin iç içe yaşandığı ‘Gallipoli’ efsanesi dünyaya hızla yayılıyor.
İşte bu insanlık dersi ve yaşanan insanca olaylar, Türk’ün uygar vasfını ortaya koyuyor.
Ahmet Serim'e teşekkürlerimizle
Denizce

29.10.2005
Asalet ve İnsanlık - I
Asalet ve İnsanlık - II
Asalet ve İnsanlık - III
|