Denizce
  e-mail    
 





Amerika'dan Mektup
Arkadaş
Asla Vazgeçme
Ata Ankara'da
Ayakkabi Gibidir..
Sevginin Mucizesi.
Ayakkabıcı
Ayvalık-Marmaris
Baba Olmayı...
Baba Unutur
Babamın Müziği
Bakış Açısı
Beden Hapsi
Beyaz Gardenya
Bir Analiz
Bir Bardak Süt
Bir Doğum Günü Ş.
Bir Dost
Bizim Fenerimiz
Boğaziçi'nde Hayat
Bugün mü...
Büyü Dükkanı
Ceviz Ağaçları.
Çocuğum ve Ben
Çocuk Gözüyle
Çok Geç Diye Bir...
Çünkü Gitmiştin
Denizde Rekabet
Denize Gidemeyen..
Dert Ağacı
Dost Biriktirmek
Düşlerdeki Mutluluk
Ebediyete Kadar
Eller
Eskitilmiş Bayramlar
Fenerbahçeli Robinson
Gültekin Yazıtı
Güneş Prensesi
Güzel İnsan
Haftasonu Gezisi
Haldun Sevel'den
Hediye Paketi
Herkesi Affet...
Her Yer Melek Dolu
Herşey Yeterli Olsun
Hisarönü-Göcek
Işığınız Yayılsın
İhtiyar Çöpçü
İsraf
İşin Bitince...
Kaan Erdem
Kaplan Bıyığı
Köşe Yastıkları
Kuzucuklar
Küçük İtfaiyeci
Maria Sharapova
Herkes İçin Biraz..
Marmaris-Göcek..
Mayonez Kavanozu
Merhabanın Hatırı
Mutluluk Dersi
Neveser
O Bir Neydi..
Olur ya Unutursam
Orhan Boran
Öğret Ona
Özlüyorum...
Prag
Renkli Boya Sandığı
Sadece Evet De
Sahip Olduklarım
Sedef Çiçeği
Semra'dan...
Servis Şoförü
Sevgi
Sevgi, İlim Gül..
Sevgili Babama
Sevgiyi Davet..
Sevmeyi Bilmek
Sığınacak Bir Liman
Sihirli Keman
Sinarit Baba
Siz Çok Önemli..
Soğuk Var mıdır
Ta Kendin Gibi...
Tam Zamanı..
Tamamen Normal
Tavlaya Benzer...
Teknelerin Kaderi
Telefondaki Arkadaş
Tokadı Basmadan
Tutunacak Birisi
Tüm Annelere
Uçurtmanın Peşinden
Urla'da Yaşamak
V.Günyol'un Ardından
Yalnızca Sevmek Y...
Yanlış Yapmaktan...
Yaşama Sanatı
Yaşamak Direnmektir
Yaşamın Fısıltısı
Yaşamın Gerçekleri
Yaşamınızı Kendiniz..
Yaşıyor musunuz
Yeşil Giresun'dan...
Yıllar Geçerken
Yorumsuz
Yüreğini Koymak
Zaaflarınız
Zeki Müren'le Söyleşi
Zeytinin Teri

 
  Ana Sayfa Yelken Su Altı Denizcilik Toplumsal Hobiler
 
  Ayın Güzeli
Bağlar
Denizci Dili
Faydalı Bilgiler
Püf Noktası
Resim Galerileri

 

       Anı Köşesi   

 Bir Doğum Günü Şarkısı

 


John Evans bir sabah apar topar girdi yaşamıma. Hırpani görünüşlü çocuğun üzerinde binlerinin verdiği belli olan giysiler, ayaklarında ise, yanları açılmış eski püskü bir çift ayakkabı vardı.

John, North Carolîna'daki kasabamıza elma toplama mevsiminde göçmen olarak gelen siyah isçilerden birinin oğluydu. Bu işçiler o kadar yoksuldu ki, kazandıkları para ailelerini geçindirmeye bile yetmiyordu.

İkinci sınıfın okuduğu dersliğin kapısında dikilmiş duran John'un görüntüsü içler açışıydı. Öğretmenimiz Bayan Parmele, John'un adını yoklama defterine yazarken, ağırlığını sürekli olarak bir ayağından diğerine veriyordu rahatsız bir biçimde. Sınıfa yeni gelen bu zavallı görünümlü arkadaşımıza karşı nasıl bir tavır içinde bulunmamız gerektiğini bilemiyorduk, ama sınıfta varlığından hoşnut olmadıklarını bellli eden bir fısıltı giderek yükselmeye başlamıştı.

Arkamda oturan çocuk, "Bu ne?" diye homurdandı. Kızlardan biri kıkırdayarak, "Biriniz bir pencere açın." dedi. Bayan Parmele gözlüklerinin üzerinden bize baktı. O bakınca sınıftaki mırıltılar kesildi ve Bayan Parmele başını tekrar işine eğdi.

Bayan Parmele, "Ever. bu yeni arkadaşınız John Evans," dedi daha sonra. Sesinin mutluymuş ifadesi vermesi için kendisini zorladığı belliydi. John şöyle bir bakındı sınıfa ve gülümsedi. Belli ki. birilerinin de kendisine gülümsemesini bekliyordu umutla. Fakat hiç kimse gülümsemedi, ama o hâlâ sırıtmayı sürdürüyordu.

Nefesimi tutmuş, Bayan Parmele'nin yanımdaki boş sırayı farketmemesi için dua ediyordum. Ama farketti ve parmağıyla o sırayı işaret etti John'a. John sırasına otururken bana bir gözattı, ama ona kendisiyle arkadaş olacağıma ilişkin bir umut vermemek için gözlerimi kaçırdım bakışlarından.

Gelişinin ilk haftasının sonunda John okuldaki sosyal yaşamda kendisine hiçbir yer bulamamıştı. Bir akşam yemekte anneme, "Bu kendi hatası," dedim. "Daha sayı saymayı bile bilmiyor."

Hakkındaki yorumlarım sayesinde annem John'u eni konu tanıyordu artık. Beni hep sabırla dinliyor, "Hmmm." ya da "Anlıyorum," gibi şeyler söylüyordu yalnızca yorumlarım karşısında.

John elinde yemek tepsisi, yüzünde bir gülümsemeyle önümde durmuş bana, "Yanına oturabilir miyim?" diyordu. Birinin bizi görüp görmediğini anlamak için çevreme bir gözattıktan sonra "Peki," dedim çaresizce.

Onun yemeğini yemesini seyrederken, John hakkındaki yorumlarımızda pek de haklı olmadığımızı anladım, iyi bir çocuktu, üstelik tanıdığım en neşeli erkek çocuğuydu.

Yemeğimizi bitirdikten sonra hemen bahçeye çıkıp, salıncaklara, oradan barfikslere ve kum havuzuna koştuk. Tekrar sınıfa girmek için Bayan Parmele'nin arkasında sıra olduğumuzda, John'la arkadaş olmaya karar vermiştim.

Bir gece annem yorganımı düzeltirken ona, "Anne. çocuklar neden John'a bu kadar kötü davranıyorlar sence?" diye sordum.

"Bilmem," dedi üzgün bir sesle. "Belki de bildikleri tek şey budur,"

"Anne, yarın onun doğum günü. Kimse ona armağan vermeyecek. Pastası olmayacak. Armağanları olmayacak. Hiçbir şeyi olmayacak. Hiç kimsenin umurunda değil."

Annem de, ben de, sınıftaki çocuklardan birinin doğum günü olduğunda annesinin sınıfa hem doğum günü pastası, hem de herkese kurabiye getirdiğini biliyorduk. Kız kardeşimin ve benim doğum günlerimde annem okula o kadar sık gelip gitmişti ki. Oysa John'un annesi bütün gün elma bahçelerinde çalışıyordu. Onun bu çok özel gününün kimse farkına bile varmayacaktı.

Annem, "Üzülme," dedi ve beni öpüp, iyi geceler diledi. "Eminim her şey çok iyi olur." Yaşamımda ilk kez annemin yanlış düşündüğüne inandım.

Ertesi sabah kahvaltıda kendimi iyi hissetmediğimi, okula gitmek istemediğimi söyledim.

Annem, "Bunun John'un doğum günüyle bir ilgisi var mı?" diye sordu. Yarıaklarımdaki kızarıklık annemin istediği yanıttı zaten. "Senin doğum gününde arkadaşın gelmese, sen ne yapardın?" diye sordu tatlı bir sesle. Bir an düşündüm ve annemi öpüp yola koyuldum.

Sabah ilk iş olarak, John'un doğum gününü kutladım. Utangaç gülümsemesinden, kendisini anımsamamdan çok hoşnut olduğunu anladım. Belki de o kadar kötü bir gün olmayacaktı o gün.

Öğleye doğru doğum günlerinin o kadar önemli olmadığına karar vermiştim neredeyse. Tam Bayan Parmele tahtaya bir matematik problemi yazarken, koridordan gelen tanıdık bir ses işittim. Çok iyi tanıdığım bir ses doğum günü şarkısını söylüyordu.

Sonra sınıfın kapısı açıldı ve elinde mumlarla süslü, kocaman bir doğum günü pastasıyla annem girdi içeriye. Kolunun altındaysa, üzerinde kırmızı kurdeleden yapılmış bir fiyonk olan bir armağan paketi vardı.

Sınıftakiler bir açıklama bekler bakışlarla beni süzerlerken, Bayan Parmele de cırtlak sesiyle anneme eşlik etmeye başlamıştı. Karanlıkta bir arabanın farlarına yakalanınca şaşıran bir geyiğe benzeyen John'u annem hemen tanıdı. Pastasını ve armağanını sırasının üzerine koyarken, "Doğum günün kutlu olsun, John," dedi.

Arkadaşım, annemin getirdiği pastayı sabırla tek tek bütün sınıf arkadaşlarına dağıttı. Annemle gözgöze geldik. Pastamı ısırırken, bana gülümseyip, göz kırptı.

Geriye dönüp baktığımda, o doğum gününü birlikte kutladığımız arkadaşlarımın hemen hiçbirinin adını anımsamıyorum. John Evans doğum gününden kısa bir süre sonra gitti ve bir daha ondan hiçbir haber alamadım. Fakat ne zaman o çok tanıdık şarkıyı işitsem, o günü anımsarım. Annemin tatlı sesini, o çocuğun gözlerindeki pırıltıyı ve pastanın güzel tadını.